Kanuni Döneminde Saraydaki Entrikalar

http://tarih-konuanlatimi.blogspot.com.tr/Entrikalar, İhtiraslar ve Topkapı Sarayı


"Ecdat anlatılırken¸ Cihan Padişahı tasvir edilirken¸ tüm dünyaya damga vuran bir medeniyetin izleri anlatılmalı ve yansıtılmalıdır. Yani Kanunî'nin o muhteşem seferleri¸ fetihleri¸ dâhiyane fikirleri işlenmeli¸ bilim adamları¸ fikir adamları¸ sanatçıları anlatılmalı¸ dünyayı Osmanlı Medeniyeti'nin nasıl etkilediği ve yönlendirdiği işlenmelidir."

Dünyada günümüze gelebilmiş sarayların en eskisi ve genişi Topkapı Sarayı'dır. İstanbul'da Sarayburnu sırtlarında yaklaşık 400 yıl Osmanlı Devletinin idare merkezi olan saray. Sultanahmet ile Haliç ve Boğaz sahilini kaplıyordu. Asıl alanı 700.000 m2 kadardı. İnşasına Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) zamanında 1465 yılında başlandı. Osmanlı teşrifatında ilk adı "Saray-ı Cedîd-i Âmire" olup¸ "Yeni Saray" demekti. Fatih¸ sarayın tek binadan değil¸ birçok köşk ve dairelerden meydana gelmesini istiyordu. Saray inşaatına bu istek üzerine başlandı. Osmanlılar devrinde devamlı ilave ve tadilat yapılıp¸ genişletilerek¸ ihtiyaca cevap verilecek hâle getirildi.

Fatih Sultan Mehmet¸ İmparatorluk tahtını bu şehre taşımıştı. Kurduğu ilk saray şehrin ortasında bulunmaktaydı. 1470'lerde yaptırdığı ikinci saraya¸ önceleri Yeni Saray¸ yakın tarihlerden beri de Topkapı Sarayı denilmektedir. Burası¸ tarihte bilinen diğer Türk sarayları gibi¸ klasik bir Türk sarayıdır. Değişik fonksiyonları olan¸ ağaçlarla gölgelendirilmiş¸ birbirini takip eden ve abidevî kapılarla ayrılmış avlulardan oluşmuştur. Fonksiyonel yapılar bu avluların çevresine serpiştirilmiştir. Saray¸ kurulduğu çağdan başlayarak sultanların yaptırdığı birçok değişiklik ve eklemelerle sürekli gelişmiştir.

Osmanlı İmparatorluğunun Merkezi

Sultanların 1853'te gösterişli Dolmabahçe Sarayı'na taşınmaları ile resmî saraylıktan çıkmış ve hızla harap olmaya yüz tutmuştu. Cumhuriyet döneminde 50 yılı aşan sürekli onarımlar Topkapı Sarayı'nı eski sade güzelliğine kavuşturmuştur. Sarayda sergilenen müze parçalarının pek çoğu dünyada eşi-benzeri olmayan şaheserlerdir. Saray olarak kullanıldığı devirlerdeki fonksiyonları¸ tarihteki diğer saraylara göre oldukça değişiktir. Burası imparatorluğun tek sahibi sultanın resmî ikametgâhı olmakla beraber¸ resmî devlet işlerinin merkezi¸ bakanlar kurulunun toplandığı yer¸ devlet hazinesi¸ darphanesi ve arşivlerinin bulunduğu yerdi¸ yüksek öğrenim verilirdi. Osmanlı İmparatorluğunun kalbi¸ beyni ve her anlamdaki tek merkezi burasıydı. Kuruluşundan epey sonra da sultanların özel haremleri de bu saraya yerleştirilmişti. Sarayda sultanın özel avlusunda bulunan okulda eğitimini tamamlayan yetenekli insanlar¸ geniş imparatorluğun yönetim ve örgütlenmesinde büyük başarılar göstermişlerdir. Vezir ve sadrazamların pek çoğu bu okulun mezunları idi. Değişik çini¸ ağaç işleri ve mimari üslupları¸ Topkapı Sarayı'nda Türk sanatının gelişmesini¸ üslup farklarının uyumunu en güzel şekilde gösterir.

Osmanlı İmparatorluğu en güçlü dönemlerinden birini Kanunî Sultan Süleyman döneminde yaşamıştır. Edebiyatta Bâkî¸ mimaride Sinan¸ ilimde Ebussuud¸ denizcilikte Barbaros bu dönemin zirve isimleridir. Seydi Bey ve Cafer Ağa¸ bilim adamları arsında HaceMahmud¸ Şeyh Bali¸ DevrişMehmed¸ Mola Abdüllatif¸ Padişah'ın sütkardeşi Yahya Efendi¸ Kadızade Acem Efendi¸ Sümbül Sinan ve Merkez Efendi sayılabilir. Ayrıca Mimar Sinan¸ Karahisari¸ Matrakçı Nasuh¸ Behram Ağa sanatta¸ Gelibolulu Mustafa Ali¸ Selaniki ve Hoca Saadeddin tarihte¸ Pirî Reis ve Seydi Ali Reis coğrafyada önemli kişiliklerdir.

46 yıl padişahlık yaptığı düşünülürse Muhteşem Süleyman demekten kendimizi alamayız. Böylesi parlak bir dönemi¸ Duraklama Devri'nin takip etmesi üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Şehzade Mustafa¸ 1515 yılında babası Kanunî'nin Manisa Sancakbeyliği sırasında doğdu. Annesi¸ Kanunî'nin ilk başkadını olan Mahidevran Hatun'dur. (O Topkapı Sarayı'na cariye olarak geldiğinde haremin hâkimi Kanunî'nin ilk eşi ve büyük oğlu şehzade Mustafa'nın annesidir. Göz kamaştıran güzelliğiyle Kanunî'nin ilgisini çektiği ise şüphesizdir.)Dedesi Yavuz Sultan Selim'in vefatı üzerine¸ babası Kanunî ile birlikte İstanbul'a gelen Şehzade Mustafa¸ 1533 yılında Saruhan Sancakbeyliğine atandı. Aynı dönem¸ Şehzade Mustafa'nın annesi Mahidevran Hatun ile Hürrem (Ukraynalıdır¸ kendisi Rutenyalı bir papazın kızı olup 9-10 yaşında esir alınıp saraya getirilmiştir. İsmi Aleksandra Lisovska'dır.) Sultan arasındaki rekabetin çok çetin yaşandığı bir gerçektir.

Muhteşem Yüzyıl

Tarihte yaşanan olaylarla ilgili film¸ dizi ve belgesel yapılmaktadır. Son zamanlarda Kanunî Dönemi ile ilgili "Muhteşem Yüzyıl" adlı dizi vizyona girmiştir. Dizide; Kanunî Döneminin anlatılması gereken olayları değil de¸ Harem ve Harem içerisinde yaşanan olaylar çok abartılı ve çarpık bir şekilde anlatılmaktadır. Bu durum olsa olsa kurgu gereği ve dikkat çekmek maksadı ile hazırlanmıştır. Maksat reyting artırmaktır. Tarihî gerçeklere uygunluk göstermemektedir. Oysa ecdad anlatılırken¸ Cihan Padişahı tasvir edilirken¸ tüm dünyaya damga vuran bir medeniyetin izleri anlatılmalı ve yansıtılmalıdır. Yani Kanunî'nin o muhteşem seferleri¸ fetihleri¸ dâhiyane fikirleri işlenmeli¸ bilim adamları¸ fikir adamları¸ sanatçıları anlatılmalı¸ dünyayı Osmanlı Medeniyeti'nin nasıl etkilediği ve yönlendirdiği işlenmelidir. Tüm dünya¸ hayran hayran Osmanlı Medeniyetini¸ sanatını¸ bilim ve estetiğini konuşup¸ İstanbul'u Kültür Başkenti yaparken¸ bu şekilde bir dizinin gösterime sunulması¸ son derece elem vericidir. Anlatılacak o kadar çok konu ve ders alınacak o kadar çok olay varken¸ Hürrem'in ve Cihan Padişahı'nın bu şekilde işlenmesi gerçekten çok üzücüdür. Ecdadın hayatı böyle işlenmemeli¸ insanlara sunulmamalıdır. Bizler¸ Şehzade Mustafa ve Hürrem gerçeğini şu şekilde izah edelim.

Tarihî kaynaklar Şehzade Mustafa'yı iyi yetişmiş¸ cesur ve halkın sevdiği bir kişi olarak tasvir etmektedir. Manisa Sancakbeyliği¸ Padişah'ın vefatı durumunda yerine geçecek şehzadeye ayrılan bir yer olarak bilinmekteydi. Burada sancakbeyliği görevini yürüten Şehzade Mustafa bir zaman sonra Amasya'ya gönderildi. Manisa'ya ise¸ Kanunî'nin Hürrem'den olma ve Şehzade Mustafa'dan altı yaş küçük oğlu Şehzade Mehmet getirildi. Bunun anlamı¸ Hürrem'in oğullarından birinin sultan olması için yoğun bir çaba gösterildiği ve Kanunî'nin de buna sessiz kalmasıydı. Tüm bunlar gerçekleşirken beklenmeyen bir durum ortaya çıktı. Kanunî'nin Şehzade Mustafa'ya tercih ettiği Şehzade Mehmet¸ henüz 22 yaşında vefat etti. Şehzade Mehmet'in vefatından sonra Şehzade Mustafa bir kez daha öne çıksa da¸ Manisa Sancakbeyliğine bu kez yine Hürrem'in oğlu Şehzade Selim getirildi. Bu durum¸ Hürrem'in kendi oğullarından birisini sultan yapmak konusundaki ihtirasını göstermektedir. Osmanlının büyük başarılar elde ettiği bu dönemde bir yandan da taht kavgaları için için devam etmekteydi. Ordu¸ ulema ve meşayıh Şehzade Mustafa'nın sultanlığının uygun olduğunu düşünürken¸ Hürrem ve Rüstem Paşa (Kanunî'nin kızı Mihrimah Sultan'ın kocasıdır ve Hırvat asıllıdır.) Şehzade Bayezid'in sultanlığından yana idiler. Bedenen özürlü olan Şehzade Cihangir'i ise hizmetli takımı çok sevmekteydi. Tüm bu taht mücadelelerinde adı anılmayan tek kişi ise Şehzade Selim idi. Gerek ilgisizliği¸ gerek aykırı ve düzensiz hayatı onun sultan olabileceğine dair bir ihtimalin doğmamasına yol açıyordu.

Ordunun¸ âlimlerin ve meşayıhın Şehzade Mustafa'dan yana olması boşuna değildi elbette. Zira Şehzade Mustafa¸ hem bedenen¸ hem de karakter itibariyle dedesi Yavuz Sultan Selim'e benzemekteydi. Diğer kardeşlerinden farklı olarak çok iyi yetişmiş¸ döneminin âlimleri ve şairleri tarafından çevrelenmişti. İmparatorluğun daha da güçlenmesini sağlayacak adımları atmakta kararlılık gösterecek bir şehzade olmasının yanı sıra¸ içkiye ve kötü alışkanlıklara karşı büyük bir nefret duyuyordu. Halk tarafından sevilmesinin sebebi ise¸ güler yüzlü¸ mütevazı ve cömert olmasıydı. Her ne kadar hemen herkes Şehzade Mustafa'nın Kanunî sonrasında tahta geçmesinin uygun olduğunu düşünse de¸ Hürrem ile Rüstem Paşa¸ Şehzade Mustafa'ya karşı müthiş bir kin duyuyorlardı. Bu arada Hürrem¸ çirkin ve cahil bir kimse olan Rüstem'e kızını vererek onu sultanın damadı da yapmasını bilmişti. Hürrem'in bunu yapmaktaki amacı¸ Şehzade Mustafa'nın tahta geçmesini engelleyecek ittifaklar kurmak istemesiydi. Rüstem Paşa'nın Şehzade Mustafa'ya olan kini ise¸ Mustafa'nın sultan olması halinde saraydan uzaklaştırılacağını çok iyi bilmesiydi. Böylece Şehzade Mustafa'nın tahta çıkmasını isteyen ordu¸ ulema¸ meşayıh ve halk karşısında¸ saray entrikalarını çok iyi bilen Hürrem-Rüstem ittifakı bütün entrikalarıyla ve ihtirasıyla işlemeye başlamıştı.

Kanunî Sultan Süleyman¸ on bir askerî sefere çıkmış olmanın yorgunluğunu ve nikris hastalığıyla mücadele etmenin zayıflığını yaşıyordu. Bu durum onun gün geçtikçe Hürrem-Rüstem ittifakının etkisi altına girmesine yol açıyordu. Hürrem ve Rüstem de Kanunî Sultan Süleyman'a sürekli olarak Şehzade Mustafa'nın sultan olmak istediğini ve Yavuz Sultan Selim'in babası II. Bayezid'i tahttan indirmesini hatırlatıyorlardı. İşte Hürrem ile Rüstem'in Kanunî'ye sürekli olarak hatırlattıkları durum buydu. İşin aslı ise¸ Hürrem'in kendi oğlunu sultan yapmak istemesi ve Rüstem'in de damat olması hasebiyle saraydan edindiği nüfuzu kaybetme korkusuydu. İlk olarak büyük rakibi Mahidevran Hatun'dan kurtuldu. Hürrem'in şehzade hakkında dedikodu yaydığını işiten başhaseki öfkesinden deliye döndüğü bir akşam Hürrem'e saldırıp onu haremin koridorlarında sürüklemek gafletinde bulundu. Durumu öğrenen Kanunî¸ gönlünü almak için Hürrem'i çağırdığında onun "Bende bakılacak yüz kalmadı." demesi yetti. Mahidevran o gece Topkapı'dan Kütahya'ya şehzade Mustafa'nın yanına sürüldü. "Osmanlı tarihinin en muhteris kadın efendisi Hürrem¸ en hileci veziri ise Rüstem Paşa'dır" dense yerinde olur. Bu ikili karşısında Şehzade Mustafa'nın durumu çok zordu. Artık seferlere bile çıkmayan Kanunî'den sonra sultanın muhakkak Şehzade Mustafa olması gerektiği fikri gittikçe yaygınlaşıyordu. Bu teveccüh ve Şehzade Mustafa'yı herkesin sevmesi karşısında Hürrem-Rüstem ittifakının entrikaları ve ihtirasları da gittikçe artıyordu. Rüstem Paşa¸ Şehzade Mustafa'nın mührünü yaptırarak İran Şahı Tahmasb'a mektup yazmış¸ İran Şahının cevabını da Kanunî Sultan Süleyman'a sunmuştu.

Şehzade Mustafa'nın Hazin Sonu

Bu ve benzeri bir dizi entrika ile Kanunî Sultan Süleyman¸ oğlu Şehzade Mustafa'nın kendisine isyan edeceğine ve tahtı elinden alacağına ikna edilmişti. Artık Şehzade Mustafa¸ yani¸ Osmanlı tahtına en iyi varis olabilecek¸ halkın¸ ordunun¸ âlimlerin¸ meşayıhın sevdiği bu kıymetli şahsiyet¸ oğlunu sultan yapmak isteyen Hürrem'in ve damatlıktan gelen çıkarlarını ve maddî nüfuzunu elde tutmaya çalışan Rüstem'in hileleriyle adeta bir isyancı gibi gösterilmekteydi. İşin o kısmı oldukça hazindir. Şehzade Mustafa¸ sefere giden ve kumandanlığını babasının yaptığı orduya katılma emri alır. Yanında beş bin kişilik bir kuvveti olduğu halde emredileni yapar. Şehzade Mustafa kendisinden ve masumiyetinden o kadar emindir ki¸ ikinci vezir Ahmed Paşa'nın el altından kendisine yolladığı uyarıyı umursamadan babasının huzuruna çıkmaktan çekinmez. Zira babasının adaletine ve kendisinin masumiyetine güvenmektedir. Hatta hayatından endişe eden bazı yakınları Şehzade Mustafa'yı¸ babası ile açık alanda ve at üzerinde görüşmesi yönünde ikna etmeye çalışmışlarsa da Mustafa bunu bile gereksiz saymıştır.

Şehzade¸ babasının adaletine ve kendi masumiyetine güvenerek babasının çadırına gitmeye karar vermiştir. Şehzade Mustafa'yı o çadırda bekleyen¸ Hürrem'in ihtirasla ve Rüstem'in hilelerle doldurduğu Kanunî Sultan Süleyman'ın verdiği emirdir. Osmanlı'nın en iyi yetişmiş Şehzadelerinden olan Mustafa babasının çadırına girer girmez¸ yedi dilsiz cellâdın saldırısına uğrayarak hunharca boğulmuştur. Boğulduktan sonra çadır önünde teşhir edilen Şehzade Mustafa'nın yüzü bembeyaz olmuştur. Kanunî Sultan Süleyman'ın¸ Hürrem'in ihtirası ve Rüstem Paşa'nın hileleri ile boğdurttuğu Şehzade Mustafa'nın akıbeti Osmanlı halkında geniş yankı bulmuştur. Her kesimden insanın sevdiği Şehzade Mustafa'nın boğdurulması sebebiyle derin bir üzüntü ve ümitsizlik doğmuştur. Halk arasında uzun süre¸ "Ümidimiz son buldu" sözünün söylendiği bir gerçektir. Hatta saraya gönderilen imzasız bir ihbar mektubunda¸ "Keşke Mustafa öleceğine biz kırılsaydık." denilmiştir. Fakat olan olmuş¸ Şehzade Mustafa saray entrikalarına ve Rüstem Paşanın hilelerine kurban gitmiştir.

Şehzade Mustafa'nın öldürülmesi başlı başına hazin bir olay ve haksızlık olduğu kadar¸ Osmanlı tarihinde de bir dönüm noktasıdır. Bedenen özürlü olan Şehzade Cihangir'in vefatı¸ Şehzade Bayezid'in babasına isyan ederek İran'a kaçması ve ardından da idam ettirilmesi sonrasında¸ sultan olması hiç beklenmeyen Şehzade Selim Osmanlı tahtına çıkmıştır. Görüldüğü üzere¸ oğlu tahta geçsin diye ihtiras içinde yanan Hürrem¸ kendi düzeni bozulmasın diye her çeşit hileyi uygulayan damat Rüstem Paşa¸ Osmanlı'yı yıkacak bir teşebbüsün parçası olmuşlardır. Şehzade Mustafa'nın ne kadar iyi yetiştiğini¸ âlimler¸ meşayıh¸ ordu ve halk tarafından ne kadar çok sevildiğini; toy Sarı Selim'den ne kadar üstün olduğunu Hürrem ve Rüstem Paşa göremedi. Çünkü ihtiras ve kin gözlerini kör etmişti. Peki ya Kanunî¸ niçin göremedi? Çünkü Şehzade Mustafa'nın kendisini tahttan indireceğine inandırılmıştı. Oysa Şehzade Mustafa¸ başına gelebilecekler kendisine haber verildiği halde babasının huzuruna çıkacak kadar samimiydi...



Bu Yazı için Arama Tercihleri

  • kanuni döneminde entrikalar
  • hürrem entrika
  • hürrem ile kanuni
  • osmanlıdaki olaylar

Hiç yorum yok:

Aradığınızı Bulamadıysanız Birde Buradan Arayın.

Tarih Karikatürleri

Tarih Karikatürleri
Daha Fazlası için Resme Tıklayın